Hz. Mevlâna'nın "Hümanist Felsefesi" demek ne derece doğru?

“Hümanist felsefe” tanımı, günümüzde sıkça Mevlâna ile ilişkilendirilmekte. Ancak bu niteleme ne derece doğru ve ne ölçüde isabetlidir? Bu yazıda, hümanist felsefenin temel ilkeleri ile Mevlâna’nın tasavvufî bakış açısı karşılaştırılarak, aradaki benzerlikler ve ayrımlar ortaya konulmaktadır.

Hümanist Felsefenin Temel İlkeleri

Hümanist felsefe, insanı evrenin merkezine koyar; onun aklını, özgürlüğünü ve potansiyelini esas alır. Temel ilkeleri şunlardır:

  • İnsan odaklıdır: İnsanın değeri, onuru ve gelişme kapasitesi ön plandadır.
  • Rasyonalisttir: Akıl, mantık ve bilimsel yöntemleri esas alır.
  • Evrensel etik savunucusudur: Dini dogmalardan bağımsız ahlaki ilkeleri benimser.
  • Sanat ve kültüre önem verir: Estetik ve kültürel üretimi, kendini gerçekleştirme yolları arasında görür.
  • Laiktir: İnanç özgürlüğünü savunur ve dinî otoritenin toplumsal düzeni belirlemesine karşıdır.

Hümanizm, insanın doğaüstü bir güce değil, kendi aklı ve iradesine dayanarak yaşamını anlamlandırabileceğini savunur. Seküler ve etik temelli bir dünya görüşüdür.

Mevlâna’ya Neden “Hümanist” Deniyor?

Hz. Mevlâna’nın eserlerinde ve yaşamında insan sevgisini merkeze alan yaklaşımı, onu "hümanist" olarak tanımlayan görüşlerin temelini oluşturur. Bu düşünceye dayanak oluşturan yönler şunlardır:

  • İnsana duyduğu derin sevgi: “Sen parça oldun, bütünden niçin ayrıldın? Dön geri, dön geri! Bu yol sonsuzdur” (Divân-ı Kebîr) dizelerinde insanın aslına duyduğu özlem ve evrensel bir sevgi çağrısı vardır.
  • Ayrım gözetmeyen yaklaşımı:
    Mevlâna, din, dil, ırk farkı gözetmeden insanı “eşref-i mahlûkat” olarak görür.
  • İnsan-ı kâmil anlayışı:
    Tasavvufî anlamda olgun insanı merkeze alır. Bu da Batı’daki hümanist idealin bir karşılığı gibi algılanabilir.
  • Eserlerinin evrensel dili:
    Mesnevî’deki hikâyeler, insanın iç yolculuğunu anlatırken evrensel dersler ve değerler içerir.

Tartışmalı Yönleri

Mevlâna’nın hümanist olarak tanımlanması, Batı felsefesindeki hümanizmle karıştırıldığında sorunlu hale gelir:

  • Batı hümanizmi, insanı Tanrı’dan bağımsız bir değer kaynağı olarak görür; Mevlâna ise insanı Allah’ın bir yansıması olarak değerlendirir.
  • Tasavvufî bakışta, insanın değeri Allah’a yakınlığıyla ölçülür; hümanizmde ise akıl ve bireysel özgürlük öne çıkar.
  • Bazı düşünürler, Mevlâna’ya hümanist denmesini, onu Batı’ya “anlaşılır” kılmak için yapılan bir kavramsal uyarlama olarak değerlendirir ve bu yaklaşımın kavram kargaşasına yol açtığını savunur.

Tasavvufî Bir Açılım

Mevlâna’nın insan sevgisi, hümanizmin seküler zeminiyle değil, ilâhî aşk ve manevî arınma ile temellenir. Ona göre insan sevilir, çünkü insan Allah’ın tecellisidir. Bu sevgi, nefsin değil, ruhun merkezindedir.

Mesnevî’deki “Fil ve Karanlık Oda” hikâyesi bu konuya örnek teşkil eder:

Bir grup insan, karanlık bir odada bir file dokunur. Her biri farklı bir yerine temas eder: biri hortumuna, biri kulağına, biri ayağına... Her biri file dair farklı bir tanım yapar. Ama hiçbiri bütünü göremez.

Mevlâna’ya göre insanın görüşü sınırlıdır; hakikati bütünüyle kavrayamaz. Bu durum, Batı hümanizminin “insan her şeyin ölçüsüdür” anlayışıyla çelişir.

Herkesin farklı görüşlere sahip olması, Mevlâna’ya göre çatışma değil; hakikate giden yolda çeşitlilik işaretidir. Bu da hoşgörü ve tevazu gerektirir.

Filin tamamını görebilmek için “ışık” gerekir. Bu ışık, Mevlâna’ya göre akıl değil, aşk ve ilhamdır. Yani ilahî aşkın rehberliğidir.

Batı Hümanizmi ile Mevlâna’nın Yaklaşımı: Karşılaştırmalar

Hümanist YaklaşımMevlâna ile Farkı
Erasmus: Akıl ve erdemle insanı yüceltir, ilahî bağ eksiktir.Mevlâna’da akıl sınırlıdır; aşk ve ilham ön plandadır.
Montaigne: Bireyin deneyimini merkeze alır.|Mevlâna bireyi değil, ilahî hakikati merkeze alır.
Rousseau: Doğal iyiliğe ve içsel dönüşüme vurgu yapar.Mevlâna’ya göre özgürlük, nefsin terbiyesiyle mümkündür.
Nietzsche: Üst-insan fikriyle insanı tanrılaştırır.Mevlâna’da insan, Allah’ın halifesidir; haddini bilmelidir.

'Batı’daki hümanist figürler insanı yüceltir; Mevlâna ise insanı ilâhî aşkın taşıyıcısı olarak görür.
Hümanizmde insan, kendi iç gücüyle dönüşür; Mevlâna’da ise dönüşüm, Allah dostunun sadrından gelen feyzle gerçekleşir.
İnsan, Allah’ın isimlerinin aynasıdır ve sadr olan, ilâhî feyzi hâl ile aktarır.

Hümanizmin “İnsanı Merkeze Alma” Anlayışı ile Mevlâna’nın “Kendini Bil” Çağrısı Arasındaki İlişki

Hümanizm, Rönesans’tan itibaren insanı evrenin merkezine yerleştirir. Bireyin aklına, vicdanına ve özgür iradesine vurgu yapar. Bu yaklaşıma göre insan, kendi potansiyelini keşfederek anlamlı ve erdemli bir yaşam kurabilir.

Mesnevî’de sıkça geçen “kendini bil” çağrısı ise tasavvufî bir derinlik taşır. Mevlâna’ya göre insan, sadece maddi bir varlık değil; ilahî bir sır taşıyan, içsel yolculukla hakikate ulaşması gereken bir cevherdir.
Kendini bilen, Rabbini bilir” anlayışı, bireyin kendi nefsini tanıyarak ilahî hakikate ulaşmasını hedefler.

Her iki yaklaşım da insanın özünü, değerini ve potansiyelini yüceltir. Bireyin kendini tanıması, içsel bir aydınlanmaya ulaşması her iki düşüncede de esastır.

Ancak farklar da dikkat çekicidir:

  • Hümanizmin merkeze aldığı insan, çoğunlukla akıl ve duyularla tanımlanır.
  • Mevlâna’nın merkezindeki insan ise ruhani bir boyut taşır.
  • Hümanist düşüncede özgürlük, dışsal baskılardan kurtulmaktır.
  • Mevlâna için özgürlük, nefsin esaretinden kurtulmaktır.

Mevlâna’ya göre insanın en büyük düşmanı, kibir, hırs, benlik ve gaflet gibi içsel zincirlerdir. Bu zincirlerden kurtulan kişi gerçek özgürlüğe ulaşır.

Sonuç

Hümanizmin “insanı merkeze alma” anlayışı ile Mevlâna’nın “kendini bil” çağrısı, farklı geleneklerden doğmuş olsa da aynı hakikate yönelen iki ayrı penceredir.

Hümanizm, insanı dünyevi bir değer olarak merkeze alır; Mevlâna ise insanın içindeki ilâhî özü merkeze alır. Her ikisi de insana ayna tutar: biri aklın, diğeri ise aşkın aynasıdır.